biçimi olarak felsefe, insanın bilgi konusu haline getirdiği her
şeyi, yine insan açısından mantıksal analiz, betimleme ya da
deneme biçimlerinden biriyle kendine problem edinmektedir.
Felsefe, ele alıp üzerinde kafa yorduğu her meselenin öncelikle
sınırlarını belirginleştirip ardından mahiyetini ortaya koymaya
çalışır. Hiç şüphesiz onun en temel konuları varlık, bilgi ve
değerdir. Klasik felsefede varlık ve bilgi probleminden sonra
gelen ahlak problemi, modern zamanların içinde bulunduğu
kriz nedeniyle günümüzde ilk sırayı almaktadır. Sarsılmış bir
dünyada ilk düşünülen şey, elbette ontolojik ya da epistemolojik
düzen değil; aksiyolojik düzendir (Ülken, 2012: XXI).
Soren Kierkegaard (ö. 1855)’ın deyimiyle felsefenin asli görevi,
insanın iç dünyasına yönelmek, bu dünyayı aydınlatmaktır;
böyle bir aydınlatma içsellik ve duygululukla gerçekleştirilebilir
(Özlem, 2015: 120).
Duygu-değer ilişkisi konusuna ahlak felsefesi perspektifinden
bakmayı hedefleyen bu çalışma, duygu meselesini, hem tarihsel
arka planı bakımından ele almayı hem de çeşitli varolma
düzlemlerindeki ilişkileri açısından “duygu-değer ilişkisi”ni
sistematik olarak ortaya koymayı denemektedir.
Şimdilerde, geleneksel düşüncede görüldüğünün aksine akıl
ile duyguların birbirine zıt yapılar olmadığı, hatta sürekli işbirliği
halinde olan ve birbirinden ayrılması düşünülemeyen iki
form oldukları konusunda çalışmalar yapılmaktadır. Öyle ki
duygular; felsefe, psikoloji ve nörobilimde başat bir araştırma alanı haline gelmiştir. Felsefe, özellikle XX. yy.’dan itibaren
gelişen bilimle daha sıkı işbirliğine girmiş, günümüzde bazı
bilimlerin ilgi alanı ile felsefenin ilgi alanları neredeyse ortak
alan haline gelmiştir. Bu durum, kendini özellikle zihin felsefesi
alanında yoğun bir şekilde göstermektedir. İşte duygu meselesi
de özellikle zihin felsefesi içerisinde gittikçe ilgi duyulan bir
konu haline gelmiştir. Bu ortak ilgi, felsefenin, ilk çağdan beri
problem edindiği “akıl-duygu karşıtlığı” meselesinin, hem aklın
hem duygunun yer aldığı bir sistemle çözülmesine olanak
sağlamaktadır.
Duygu konusu, her ne kadar ortak bir alan olsa da onunla
ilgilenen bilimlerin yöntemleriyle felsefenin yöntemi birbirinden
farklıdır. İnsana laboratuvarların penceresinden bakan salt
bilimsel anlayış, insanı sadece biyolojik ve kimyasal süreçler
bakımından ele almakta, yaşamın içinde duyguları ile bütünleşerek
kendini vareden, ahlâkî değerler üzerine kurulmuş
ilişkileri olan ve kendini sanatla ifade edebilen insanı izah
etmekte yetersiz kalmaktadır. Bu açıdan felsefenin bütüncül
yaklaşımının öncü rolü devam etmektedir. İnsanın mahiyetini,
onun sahip olduğu akıl-duygu bütünlüğü içerisinde hakiki
anlamda ancak bilimsel yöntemlerin ulaşamayacağı sorgulamalar
yapabilen, merkezinde duygu meselesi olan felsefi
soruşturmalar başarabilecektir.
Duygular, Tanrı-insan-evren ilişkilerinin ürünü olan, doğrudan
imlemi olmayan durumlardır. Duygular, yukarıdaki ilişki
biçimlerinde olmak üzere her defasında farklı bir yoğunluk ve
nitelikte ortaya çıkan dolaylı yapılardır. Dış dünyada somut bir
varlığı olmayan duygulara ilişkin olarak oluşturulacak teorik
bir sistemde özellikle bir takım kavramsal ayrımlar yapmak
gerekmektedir. Bu da felsefî düşünmenin bir eylemidir. Çünkü
felsefî düşünme, kavramlar aracılığıyla her türlü varolanı yeniden
kurabilmektedir. Bir bilginin varlığı ve iletişim yoluyla başkasına aktarılması, ait olduğu kavramsal çerçevenin dile
kazandırılmış, terimleşmiş haliyle mümkündür. Aksi takdirde
o bilginin hem varlığı hem de iletişime konu olması
ya bulanıklık arzedecek ya da mümkün dahi olmayacaktır.
Nitekim kavramlar, her türlü varolana ilişkin düşünme alanında
bulunan çerçevelerdir. Denilebilir ki düşünme alanı bir
kavramlar deposu gibidir (Çotuksöken, 2000; 43).
Birinci bölümde, “İnsan nedir?” sorusuna düşünce tarihi
boyunca verilmiş cevaplardan yola çıkılarak insanın mahiyeti,
varlık yapısı, bir duygu ve değer varlığı olarak insan konusu ele
alınmıştır. İkinci bölümde duygu, değer ve değer duygusunun
mahiyeti üzerinde durulmuş ve değere dönüşmesi bakımından
bazı duygular, incelenmiştir. Üçüncü ve son bölümde ise Antik
Yunan felsefesinden günümüze felsefe tarihinde duygunun
nasıl anlaşıldığı ve ahlak felsefesinde nerede durduğu konusu,
İlkçağ filozoflarından başlamak üzere bu konuda düşüncelerini
dile getirmiş olan belli başlı Batılı filozofların görüşlerine yer
verilmek suretiyle serimlenmiştir.
Sonuç kısmında geniş bir değerlendirmenin yer aldığı bu
çalışma, Türkiye’de neredeyse hiç çalışılmamış bir konuyu
gündeme getirmekle duygu felsefesine giden yolu açmayı ve
felsefenin engin sınırlarını kendi çapında genişleterek bu alana
önemli bir katkı yapmayı hedeflemektedir.
Nobel ödüllü nörolog Eric R. Kandel, Belleğin Peşinde adlı
eserinde şöyle demektedir:
“Bilimsel bir sorunu ele alacaksam iki şartım var. Birincisi,
beni uzun süre meşgul edecek yeni bir alan açmama izin vermeli.
İkincisi, en az iki disiplinin sınırlarına değen sorunlarla
boğuşmaktan hoşlanırım” (Kandel, 2016; 18).
Felsefe, Psikoloji ve Nörobilim disiplinlerinin ortak sınırında
dolaşmamızı sağlayan ve dört yıllık bir araştırmanın ürünü
olan bu çalışmanın ortaya çıkmasında en büyük katkıyı sunan ve fikirleriyle yolumu aydınlatan kıymetli dostum, düşünür
Murat Kavak’a teşekkürü bir borç biliyorum. Yine bu vesileyle
ahlak felsefesini bana sevdiren kıymetli hocalarım Prof.
Dr. İbrahim Emiroğlu, Prof. Dr. Mehmet Türkeri ve Prof. Dr.
Nejdet Durak’a ömür boyu minnettar kalacağımı bildirmek
istiyorum. Ayrıca kitabın basımını üstlenen Hiperlink yayınlarının
değerli çalışanlarına çok teşekkür ederim.
1983 yılında Ağrı’nın Tutak ilçesinde dünyaya geldi. 1999 yılında
İzmir İmam-Hatip Lisesi’nden, 2004 yılı Ocak ayında Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 2004-2013 yılları
arasında dokuz yıl süreyle Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde
Muğla/Bodrum, Yozgat/Akdağmadeni, Manisa/Demirci ve Isparta
Merkezde öğretmen ve idareci olarak görev yaptı. 2011 yılında
Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Nurettin
Topçu’da İrade Kavramı” başlıklı teziyle Yüksek Lisansını; 2015
yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde
“Tarihselcilik Düşüncesi Bakımından İbn Haldun” adlı çalışmasıyla
da doktorasını tamamladı. 2013 yılından beri Adıyaman Üniversitesi
İslami İlimler Fakültesi’nde akademisyen olarak görev yapan
Ilgaroğlu’nun, kitap, makale ve uluslararası bildirilerden oluşan
alanında yayımlanmış birçok bilimsel çalışması vardır. Arapça,
İngilizce ve İspanyolca bilen Ilgaroğlu, Tuba Hanım ile evli olup
Çağrı, Rabiagül ve Yaren Neva’nın babasıdır.